
Fatih Sultan Mehmed Dönemi İstanbul: İmar ve İskân” başlığıyla üçüncüsü bu yıl düzenlenen Uluslararası Ayasofya Sempozyumu, İstanbul’un Fethi’nin 572. yılında, Ayasofya Yerleşkemiz Gülhane Binası’nda başladı.
Üniversitemiz Fatih Sultan Mehmet ve Ayasofya Çalışmaları Merkezi tarafından düzenlenen sempozyumun açılış konuşmalarını; Rektörümüz Prof. Dr. Nevzat Şimşek ve FSMVÜ Fatih Sultan Mehmet ve Ayasofya Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. İlhami Danış gerçekleştirdi.
Köklü Medeniyetin İzini Sürüyoruz
Sempozyumun önemine dikkat çeken Rektörümüz Prof. Dr. Nevzat Şimşek, “Bugün burada yalnızca bir sempozyum düzenlemiyoruz; aynı zamanda köklü bir medeniyetin izini sürüyor, tarihin derinliklerinden bugüne taşınan bir vizyonu yeniden yorumluyoruz.” diyerek sözlerine başladı. Rektörümüz, “Sempozyumun teması son derece anlamlıdır: İmar ve İskân. Zira fethin hemen ardından başlatılan imar ve iskân faaliyetleri, yalnızca fiziksel bir yeniden yapılanma değil, aynı zamanda sosyal dokunun kültürel yapının ve yönetim anlayışının da yeniden tasarlanmasıdır. İşte bu nedenle İstanbul’un yeniden inşasını hem fiziksel hem de toplumsal boyutlarıyla ele alıyoruz. Bu iki perspektif, birbirinden bağımsız değil aksine birbirini tamamlayan iki temel boyuttur.” şeklinde konuştu. FSMVÜ Fatih Sultan Mehmet ve Ayasofya Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. İlhami Danış, konuşmasında merkezin çalışmaları hakkında bilgi verdi. Danış, konuşmasını sempozyumun içeriği hakkında ön bilgi vererek sürdürdü. Sempozyum, İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeynep Tarım'ın “Fatih’in Saray, Şehir ve Yönetim Tasavvuru: Osmanlı Yenileşmesi” başlıklı açılış konferansı ile devam etti.
Yeniden İnşa
Başkanlığını Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’un üstlendiği ilk oturum “İstanbul’un Yeniden İnşası Sürecinde İmar ve İskân Politikaları” ana başlığıyla gerçekleştirildi. Bu oturumda Prof. Dr. Fahameddin Başar, “İstanbul’un İmar ve İskânına İki Pencereden Bakmak: 1204, 1453” başlıklı konuşmasında şunları söyledi: “İlk kurucusunun isminden dolayı Byzantion adıyla dünya şehirleri arasında yerini alan İstanbul her dönemde bir cazibe merkezi olmuş, özellikle Roma hakimiyetine geçtikten sonra hızlı bir şekilde büyümüştü. İmparator I. Konstantinos’un (Büyük Konstantinos, 324-337) Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti olarak Byzantion’u seçmesi şehrin bir imparatorluk başkenti olarak imar edilip gelişmesini sağlamış, M.S. 330’dan itibaren bu ikinci kurucusunun adından dolayı Konstantinopolis ismiyle anılmaya başlanmıştı. Yeni Roma adıyla da anılan bu yeni başkent Roma şehrine benzetilerek yeni binalarla inşa olunmuş, meydanları sanat eserleriyle süslenmiş ve etrafı surlarla çevrilmişti. Şehir bu gelişmesini sonraki dönemlerde de devam ettirmiş ve dünyanın en kalabalık, en büyük şehirlerinden biri haline gelmişti. Ancak, Konstantinopolis, tabii güzellikleri yanında stratejik olarak da önemli bir mevkide bulunması dolayısıyla her dönem ele geçirilmek istenmiş, birçok kumandan tarafından defalarca kuşatılmıştı. Bu kuşatmalardan coğrafi konumu ve müstahkem surları sayesinde kurtulan Konstantinopolis tarihi boyunca iki defa el değiştirmişti. Bunlardan birincisinde Latinler/Venedikliler 1204 yılında Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun daveti ve müttefiki olarak İstanbul’a geldiklerinde ani bir baskınla şehri zapt ederek yağmalamış ve elli yedi yıl sonra buradan ayrılmak zorunda kaldıklarında şehri ateşe vermişlerdi. İkincisinde ise Osmanlı Hükümdarı Sultan II. Mehmed, 1453’te Türk toprakları ortasında bir ada gibi kalmış olan bu şehri fethetmiş ve fetihten hemen sonra başlatmış olduğu imar ve iskân çalışmaları ile şehrin yeniden gelişip büyümesini sağlamıştı.”
Devr-i Sabık Oluşturma Gayreti
Arş. Gör. Abdullah Sami Sümer, “Devr-i Sabık’ı İnşa Etmek: Müteakip Dönem Kroniklerinde II. Mehmed Devri İstanbul’unun İmar ve İskânı” başlıklı konuşmasında, “Kendi devrine tanık dahi olsalar, Sultan II. Mehmed devrinin hemen bütün anlatıları yazılı formlarda II. Bayezid iktidarına arz edilmiş ve bu anlatılarda bazı siyasi ve ideolojik tutumlar zahir olmuştur. Söz konusu kroniklerin vaka ve şahıs anlatılarında yoğunlaşan devr-i sabık yaratma tutumu, II. Mehmed devrine karşı olan muhalif yaklaşımların da takip edilebileceği bir damarı oluşturmuştur.” diyerek dönemi, kronik bütünlük içinde anlattı. Sümer, devr-i sabık oluşturma gayretinin iskân ve imar cihetinden detayları, devrin diğer kayıtlarıyla ve birbirleriyle karşılaştırmalı olarak ele aldı.
Konutların Mimarisi Nasıldı?
Oturum, Öğr. Gör. Fatma Nur Küçük Ölçer'in “Fetihten Önce ve Sonra Konut Mimarisi” başlıklı bir sunumuyla devam etti. Ölçer, sunumda “Sivil mimari örnekleri içinde yer alan konutlar, bulundukları şehirde yaşayan toplumun aile yapısı, dünya görüşü, yapı standartları vb. konular ile ilgili bilgiler vermektedir. İstanbul’un Fethi öncesindeki konut gelişiminde, Bizans'ın dönemlerine göre farklılıklar görülmekle birlikte, fetih sonrasında da farklılıklar görülmüştür. Nedeninin her dönemin kendine özgü yaşam koşullarındaki, malzeme olanaklarındaki farklılıklar olduğu düşünülebilir. Fetih sonrasında, nüfusun arttırılması için imar çalışmalarına başlanmış olup, İstanbul’a Draman, Sırbistan ve benzeri yerlerden; Aksaray, Çarşamba, Konya, Karaman’dan göçmenler getirtilmiştir. İstanbul’a gelen kişilerden Bizanslılardan kalan evleri tercih edenler, yaşam şekillerinin Bizans yaşama şeklinden farklı olması nedeniyle, bu konutlar uygun görülmemiştir.” dedi. Ölçer, söz konusu durum neticesinde İstanbul’a yerleşen kişiler kendilerine uygun evler yapmaya başladığını belirterek eski haritalar, gravürler ve arşivlerde yer alan belgelerden örnek vererek konuşmasını sürdürdü.
Atik Sinan Kimdir?
Doç. Dr. Mustafa Çağhan Keskin, “Osmanlı İstanbul’unun İlk Mimarı: Atik Sinan” başlıklı sunumunda "Osmanlı mimarlığının en tartışmalı aktörlerinden biri kuşkusuz Fatih Külliyesi’nin mimarı Atik Sinan’dır. Akıbeti oldukça trajedik olan Atik Sinan, dönem kaynakları ve kabir kitabesine göre, caminin inşasından sonra hapsedildiği zindanda öldürülmüştür. Atik Sinan’ın, İslam mitologyasının efsanevi mimarı Sinimmar ile benzeşen kaderi zamanla O’nu hayal ürünü motiflerle çeşnilendirilmiş anakronik söylencelerin kahramanı haline gelerek adeta bir masal karakterine dönüşmüştür. İlhamını, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinden alan ve günümüzde popülerliğini koruyan söylenceye göre, Sultan Mehmed, büyük zahmetlerle getirttiği sütunları kestirerek kendi adını taşıyacak camiyi Ayasofya’dan alçak kılmakla suçladığı Atik Sinan’ın ellerini bileklerinden kestirmiş, Mimar’ın Sultan’ı şikayet ettiği kadı ise, Sultan’ı haksız bularak kısasa, diğer bir deyişle sultanın ellerinin kesilmesine hükmetmiştir. Oysa, Sultan Mehmed ile Atik Sinan arasında geçen ve sonunda Mimar’ın ölümüyle sonuçlanan süreç yapının inşasında yaşanan kimi aksaklıklar üzerine temellenen rasyonel nedenlere dayanır. Bu çalışma, Osmanlı İstanbul’unun ilk mimarı Atik Sinan’ı kimliği ve olası kariyeri ile irdelemeyi, akıbeti hakkındaki gerçekler ile söylenceleri kaynaklar eşliğinde tartışmayı amaçlar.” ifadelerini kullandı.
İki gün sürecek sempozyum boyunca, alanında uzman akademisyenler Fatih döneminde İstanbul’un imar ve iskân politikalarını çok yönlü olarak ele alacak.