
Ülkemizde şiddetli bir deprem yaşanmış ve çok geniş bir coğrafyayı etkilemiştir. Bilim insanları sıklıkla deprem kuşağında olduğumuz ve depremle birlikte yaşamamız, bu gerçeği gözardı etmememiz gerektiğini söylenerek gerekli tedbirler konusunda uyarılarda bulunmaktadırlar.
Depreme karşı alınabilecek tüm tedbirleri almak gerektiği gibi, bu gerçekle yüzleştiğimizde de Müslümanlar olarak gündelik yaşam pratiklerimizle, ibadetlerimizle hatta iç dünyamızla ilgili bir takım sorularla baş başa kalabiliriz.
Üniversitemizin İslami İlimler Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Tuba Hacer Korkmaz'ın "Depremin Gündemimize Getirdiği Başlıca Fıkhî Sorular ve Cevapları" başlıklı çalışmasını istifadenize sunuyoruz.
• İslâmî bilgi tasavvurunda diğer doğal âfetler gibi depremler de Allah’ın koyduğu kanunlar çerçevesinde cereyan eden bir doğa olayı olup, insanı tefekküre sevkeden, içerisinde pek çok ibret ve dersin olduğu Allah’ın âyetleri, işaretleri, delilleridir.
Yerküre için tabiî bir doğa olayı olan depremlerdeki zayiatın temel sebebi kurallara ve yönetmeliklere uygun olarak yapılmayan zayıf binalardır. Hile ve sahtekârlık yaparak insanları aldatmanın dünyevî ve uhrevî sorumluluk gerektiren bir davranış olduğu ve bu yolla elde edilen kazancın haramlığı, idare ve ceza hukukunda da bu kişilere yönelik caydırıcı yaptırımların olması gerektiği müsellem bir hakikattir. Kasıtlı insan taksirlerinin olduğu bu binalarda, canlarını ve mallarını kaybeden insanların hakkı Allah katında zayi olmaz, olmayacaktır.
Afete maruz kalan insanların imkanlar dahilinde aktif sabırlı bir davranış sergilemesi kulluk bilincinin gereklerindendir. Aktif sabırdan hareketle deprem gibi sebeplerle oluşan kriz zamanlarında elden geldiğince yaraların sarılması için gayret sarfetmek sabrın hakiki tatbiki mesabesindedir. Müşkil durumda olan bir kardeşinin sıkıntısını giderirken ona dua etmiş, kendisi de iyileşme yolunda adım atmış olur. Zira insanlığa el uzatmak, vicdanı sükûnet ve huzura erdiren erdemli yaşamın, fıtrata uygunluğun, kulluk bilincinin, ahlaki sorumluluğun gereklerindendir.
Kaynaklarda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Uhud dağında veya Hira’da bulunduğu sırada bir sarsıntı yaşadığı belirtilir. Hz. Peygamber’in ve bazı sahâbîlerin uğradığı deprem gibi doğal âfetlerde, Efendimiz’in Allah’a sığınmaya, O’na niyazda bulunmaya çağırmıştır. Zira deprem gibi afet durumlarında insanın yaşadığı musibete tahammül edebilmesi için belayı, afeti, musibeti anlamlandırabilmesine, dolayısıyla maneviyatını güçlendirmesine ihtiyaç vardır. Bunu yaparken de her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere rehber olan Efendimizin irşadlarını tatbik etmek kulların maslahatınadır.
Akıllı ve ergenlik çağına ulaşan her Müslümanın îfâ etmesi farz olan namaz ibadetini, kulun gücü nispetinde yerine getirmesi istenmiş, güç yetiremeyeceği yük yüklenmemiştir. Temiz içme suyu azlığı gibi zor bir durumda, su ile abdest veya boy abdesti almaya gücü yetmeyen, kendisine ibadet temizliğinde yardım edecek kimsesi bulunmayan hasta kişi ve yoğun görev ortamında özel tip kıyafetlerle çalışan görevliler teyemmüm ederek namazlarını kılabilirler.
Cenazeyi yıkayacak su bulunamaması veya su ile yıkandığı takdirde cenazenin zarar göreceğinden korkulması gibi durumlarda da teyemmüm yeterlidir.
Temizlik normal şartlarda temiz su ile yapılır. Ancak uzun süreli su kesintisi ya da içme suyu yokluğu veya azlığı gibi olağandışı durumlarda varsa tuvalet kağıdı, ıslak mendil gibi bez görevi gören maddeler ile yetinilebilir..
Abdest veya gusül (boy abdesti) alırken uygun bir ortam yoksa kişi, hükmen -suyu kullanmaktan- aciz kabul edilir ve bu acizliği namaz vaktinin sonuna kadar devam edeceğine dair güçlü bir kanaati de varsa teyemmüm ederek namazını kılabilir..
Özellikle kış mevsiminde akşam ve gece saatleri gibi hava sıcaklığının çok düştüğü, keza ısıtmanın olmadığı ya da yetersiz olduğu veya kişinin bünye olarak şiddetli üşüme hissettiği durumlarda, hastalanma riskini bertaraf etmek için abdest ve gusül almak yerine teyemmüm alınabilir.
Teyemmüm, abdest alınamadığı veya gusül yapılamadığı durumlarda temiz toprak yahut yer cinsinden bir maddeye elleri sürerek yüzü ve iki kolu meshetmektir. Teyemmümü şer‘an mümkün kılan özür; suyun kullanılamaması olup, bu da ya suyun bulunmaması veya bulunduğu halde kullanmaya güç yetirilememesiyle gerçekleşir. Özellikle zor zamanlarda -fukaha arasındaki farklı görüşlerden faydalanarak- temiz toprak dışında kaygan taş, kireç, sürme taşı, toprak duvar, kireçle sıvanmış duvar, kaya tuzu, toprak kiremit, çamur, kum gibi maddelerle teyemmüm yapılabilir.
Abdesti ve guslü bozan her şeyin teyemmümü bozmasının yanında teyemmümü mümkün kılan özürler yani zaruri ihtiyacı dışında ve abdeste yetecek miktardaki suyu görmek veya kullanmaya güç yetirmek teyemmümü de bozar.
Teyemmüm su ile alınan abdest ve yapılan gusülden bedel olup onların yerine geçtiğinden abdest ve gusülle yerine getirilen namaz, tavaf ve Kur’an okuma gibi her ibadet teyemmümle de yapılır.
Normal şartlarda namazın sahih olması için bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin temiz olması gerekir. Ancak bu şarta rağmen söz konusu mevzilerin temizliğinin sağlanamadığı zaruret hallerinde ruhsat gereği o hal üzere kılınabilir.
Setredilmesi gereken avret yerlerinin kısmen veya tamamen örtecek elbise bulamayan yani zaruret hallerindeki kişi namazını o hal üzere kılar ve bu namazı sahih olur.
Depremde evlerin yıkılmasından dolayı camilere sığınmak ve barınmak gibi- ihtiyaç ve zaruret durumlarında adet ve nifas (lohusalık) hallerinde iken cami ve mescitlere girilebilmesini caiz gören fukaha görüşleri ile amel edilebilir.
Dinimizde sorumluluklar kulun gücüne göre belirlenmiş, gücü aşan durumlar için “ruhsat” çatısı altında kolaylaştırma ve hafifletme esası getirilmiştir. Ayakta duramayan, rükû ve secde etmeye gücü yetmeyen kimse îmâ ile namaz kılar. Îmâ, rükû ve secde yerine başla işaret etmek demektir. Îmâ ile namaz kılan kişi rükû için başını biraz eğer, secde için ise rükûdan biraz daha fazla eğer.
Dinimizde, kişiye güç yetiremeyeceği yük yüklenmemiş, ancak yapabileceklerinden sorumlu tutulmuştur. Hastalığı veren de yükümlülükler yükleyen de Allah’tır. Îmâ ile namaz kılma imkanının olmaması durumunda, kişi sağlığına kavuştuktan sonra kılamadığı namazlarını kaza eder.
Bilinci beş namaz vakti yani bir günden fazla yerinde olmayan kişinin, bu süre zarfında kılamadığı namazlarının sorumluluğu üzerinden kalkar. Bilincini bir günden daha az süreyle kaybeden de, ayıldığı zaman kılamadığı namazlarını kaza eder.
Namaz, uyuyakalmak, unutmak ve baş ile de olsa îmâ ile kılamayacak kadar hasta olmak gibi meşru bir mazeret bulunmadıkça kazaya bırakılamaz. Çalışanlar, namazlarını vakitleri içerisinde kılmak için hiçbir şekilde imkân bulamazlar ise öğle ile ikindiyi, ya ikindiyi öne alarak öğle vaktinde ya da öğleyi geciktirerek ikindi vaktinde; akşam ile yatsıyı da yatsı vaktine geciktirerek veya yatsıyı akşam vaktine alarak (cem ederek/birleştirerek) kılabilirler
İnsan hayatının korunmasını zaruret olarak telakki eden İslam dini, insanların hayatını riske atacak uygulamaları -vatan müdafaasına katılmak gibi- istisnai haller dışında mahzurlu görmüştür. Dolayısıyla depremden dolayı zarar görmüş cami ve mescitlerde namaz kılınmaması İslam’ın “canın korunması” gayesiyle uyumlu bir zarurettir. Normal şartlar altında camide ve cemaatle kılınması gereken cuma namazı, zaruret hallerinde açık mekanlarda kılınabilir.
Öğle namazını kılabilirler.
Evet yıkayabilirler. Zira adetli ya da lohusa hallerinde olmak bu eyleme engel değildir.
Müslümanların, vefat eden din kardeşlerine karşı yerine getirmeleri gereken dini vecibelerinin başında cenazelerinin yıkanması, kefenlenmesi ve namazlarının kılınması gelmektedir. Dinimize göre, cenaze namazının kılınması için belirli bir vakit yoktur. Kerahet vakitleri dışında, günün her saatinde cenaze namazı kılınabilir. Hazırlanmış olan bir cenazenin bekletilmeden namazı kılınıp defnedilmesi esastır.
Birden fazla cenaze hâzır olduğunda, bunların namazlarını ayrı ayrı kılmak daha uygun ise de, hepsi için tek bir namaz kılmak da yeterlidir. Dolayısıyla deprem gibi kitlesel ölümlerin vuku bulduğu durumlar, birden fazla cenaze için tek bir namaz kılınmasının yeterli olduğu durumlardır.
Evet
Zaruret hâlinde araya toprak veya tahtadan bir set yapmak suretiyle bir kabre birden çok cenaze defnedilebilir.
Aslolan, namazının kılınabilmesi için cenazenin hazır bulunmasıdır. Bununla birlikte hazır olmayan cenaze için de namaz kılınabilir.
Zor zamanlarda imkânı olan müminlerin yalnızca zekât vermekle yetinmeyip infak anlayışıyla hareket ederek, Yüce Allah’ın kendisine lütfettiği malını başkalarıyla cömertçe paylaşması, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu güçlendirir, sıkıntıları hafifletir, bela ve musibetlerin kalkmasına vesile olur, toplumsal dayanışmaya büyük katkıda bulunur, kuşkusuz malını bereketlendirir, nefsini yüceltip arındırır ve kalbini huzurla doldurur.
Depremden dolayı evini, dükkanını, ihtiyaç duyduğu temel gereksinimlerini kaybeden çok sayıda kişi zekât alabilecek konuma gelebilmektedir. Verilen zekâtın geçerli olması için zekât niyetiyle yoksullar, düşkünler, borçlular gibi ihtiyaç sahiplerine “temlik” etmek suretiyle aynî veya nakdî olarak verilmesi gerekir.
Zekât, ihtiyaç sahiplerine zekat mükellefleri tarafından doğrudan verilebileceği gibi aracı bir organizasyon vasıtası ile vekâleten de ödenebilir. Dolayısıyla toplanan zekâtları Tevbe Suresi 60. ayette belirlenen yerlere “temlik” etmek suretiyle ulaştıran aracı konumdaki güvenilir hayır ve yardım kurumlarına zekât emanet edilebilir. Bu kurumların “zekat” olarak ayrı bir fon başlığı var ise özellikle bu fona gönderilmesi uygundur.
Zekâttan yararlanacak olan kimsenin kendisine yapılan yardımın zekât olduğunu bilmesi zorunlu değildir. Aslolan zekât veren kimsenin niyetinin verme fiili ile muttasıl olmasıdır.
Mal sahibi dilerse nisaba -yani zekâtın farz olduğunu gösteren zenginlik ölçüsüne- ulaşmış olan malın zekâtını sene dolmadan önce, içinde bulunduğu yılın ve gelecek yılların zekatını enflasyona göre takdir ederek verebilir.
Hacca gidemeden ölen bir kimse, bıraktığı maldan kendi yerine, hac yapılmasını vasiyet etmesi ve terekenin üçte biri bunun için yeterli olması halinde, varisleri tarafından bu vasiyet yerine getirilmesi gerekir. Böyle bir vasiyette bulun(a)mamışsa, varislerinden herhangi birisi kendi malından onun adına hac yap(tır)abilir. Bu durumda ölenin hac borcunun düşmesi umulur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) deprem ve diğer afetlerden bahsetmiş, insana acizliğini yakinen hissettiren bu tür musibetlerin müminler için arınma vesilesi olduğunu söylemiştir. Bir hadisinde;
عنْ أبي هُرَيْرةَ رضي اللَّه عَنْه، قالَ: قالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: الشُّهَدَاءُ خَمسَةٌ: المَطعُونُ، وَالمبْطُونُ، والغَرِيقُ، وَصَاحبُ الهَدْم وَالشَّهيدُ في سبيل اللَّه.»
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şehitler beş kısımdır: Bulaşıcı hastalığa yakalanan, ishale tutulan, suda boğulan, göçük altında kalan ve Allah yolunda savaşırken şehit olanlar.” buyurmuştur.
Bu hadis-i şeriften mülhem olarak, afete yakalanan bir kişinin sabredip ecrini Allah’tan beklemesi, bunun Allah’ın takdiri olduğuna ve başına Allah’ın yazdıklarının dışında hiçbir şeyin gelmeyeceğine inanması durumunda depremde vefat eden kimselerin hükmen şehit olarak değerlendirilebileceği söylenebilir.
Yağmacılık ya da diğer bir ifadeyle gasp, bir malı sahibinin veya yetkili kimsenin izni olmadan açıkça ve zorla alarak mâlikin zilyedliğini gidermek ve yerine haksız bir zilyedlik kurmaktır. İslâm’ın adalet merkezli inanç sisteminde Hz. Peygamber’in verdiği bu çirkin davranışın bitmesine yönelik mücadelesi sîretinde ve sünnetinde malumdur. Yağmacılık gayri meşru bir yol olup, çok sayıda şer‘î nas haksız yoldan kazanç sağlama yasağına temas eder.
İhtikâr (stokçuluk), “darlığı kamuya zarar verecek tüketim mallarının kıtlık yaratmak amacı ya da fiyat artışı beklentisiyle piyasadan çekilmesi”dir. İslâm’da, piyasa dengeleriyle oynanıp ürünlere fahiş ya da düşük fiyatlar biçilerek haksız rekabet ortamı yaratılması, daha doğrusu rekabetin yok edilmesi suretiyle haksız kazanç sağlanması ve tüketicilere zulmedilmesi yasaktır. Ayrıca yasağın şiddeti, sağlık, tekstil, gıda malzemeleri gibi azlığı ve yokluğu önemli kamu zararlarıyla sonuçlanabilecek temel ihtiyaç maddelerinin stokçuluğunda yaşanabilecek zararların seviyesine ve kitlesine göre değişebilecektir.
Fırsatçılık, üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından bir mal veya hizmetin satış fiyatında fahiş artış ve haksız fiyat uygulamaları için kullanılan bir ifade olmuştur. Piyasada tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyen, ilgili ürünlerde piyasa darlığına sebep olan, piyasa dengesini bozan faaliyetlerin hukukî, ahlakî, idarî açıdan suç teşkil etmesinden dolayı dinî olarak da kabul edilemez bir davranıştır.
Salâ, Hz. Peygambere (s.a.v.) selam ve övgüdür. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde Hz. Peygambere (s.a.v.) çeşitli durumlarda salât-ü selam getirilmesi tavsiye edilmiş ise de ne asr-ı saadette ne de ilk dönemlerde câmilerde salâ okunmuştur. Bununla birlikte Kitap ve sünnette Hz. Peygamber ve diğer peygamberlere salât getirilmesi örneklerine binaen örfümüzde değişik kalıplarda pek çok salâ metni var olagelmiştir. Sonuç itibarıyla dinî açıdan özel önemi olan gün ve geceleri hatırlatmak, meydana gelen bir vefatı ve kılınacak cenaze namazını haber vermek amacıyla salâ okunması, kültürel bir değer olarak kabul edilebilir ve bu yönüyle de dinî açıdan herhangi bir sakınca taşımadığı, Müslüman toplumun toplu duaya teşvik kapsamında uygulanabileceği söylenebilir.
a) Afet zamanları bütün imkanlarımızla yardımlaşma, yaraları sarma, birlik, beraberlik, soğukkanlı olma ve ümidi canlı tutma günüdür.
b) Arama kurtarma çalışmalarına eğitimliysek şayet bizzat, değilsek bütün imkanlarımızla maddi ve manevi destek vermeye çalışmalıyız.
c) Kızılay vasıtasıyla yaralılar için kan verilebiliriz.
d) AFAD, Kızılay, Türkiye Diyanet Vakfı gibi devlet kurumları ile güvenilir sivil yardım kurumları vasıtasıyla deprem bölgesine nakdi ve ayni yardımlarda bulunulabiliriz.
e) İlgili kurumlarla koordineli olarak temel gıda, battaniye, kaban, kışlık ayakkabı gibi ihtiyaç malzemeleri ulaştırmaya çalışmalıyız.
f) Devlet yetkililerinin trafik, organizasyon, tedbir vd. konularda yaptıkları ve yapacakları çağrı ve duyuruları dikkate almalıyız.
g) Toplumda fitne ve fesada sebep olacak her türlü haber ve paylaşımdan uzak durmalıyız.
h) Bu şiddetli soğukta barınma ihtiyacı olan kardeşlerimize gönüllerimizi, evlerimizi, iş yerlerimizi açmalıyız.
i) Israrla ve samimi olarak dua etmek.